http://www.samsun55.net/sinan_canan

 

değişim ve fikr-i sabit (19.11.2000)

Evinizdeki kütüphaneden, daha önce okuyup bitirdiğiniz bir kitabı alın elinize. Ne kadar olmuştu o kitabı bitireli? Hatırlayabiliyor musunuz? Şimdi de neler öğrendiğinizi düşünün o kitaptan. Neler yazıyordu içinde; daha doğrusu siz ne kadarını hatırlıyorsunuz? Eğer vaktiniz varsa, açın ve o kitabı tekrar okumaya başlayın. Kitabın içeriği ne olursa olsun, yepyeni bir şeyler göreceksiniz orada. Bunu daha önceden çok defa yaşamışsınızdır muhakkak.

Peki, küçüklüğünüzde çok beğenerek izlediğiniz bir filmi yakınlarda tekrar izleme şansınız oldu mu? Ben ilk seferinde, Yunan Mitolojisi'nden esinlenerek çekilmiş eski bir film olan "Son Emir"i hayranlıkla izlemiştim. Yıllar sonra bir gün tekrar karşıma çıktı bu film. O günlerden damağımda kalan bir tadı hatırlayarak, heyecanla izlemeye başladım. Ama o da ne? Beni heyecana boğan, alıp başka diyarlara götüren film, bu film değildi sanki! Çok sıradan, içi boş bir konuydu ana tema. Filmin özel efektlerinin bin kat iyisini bu gün sıradan filmlerde bile görmem mümkündü. Ama film aynı filmdi bu kesin.. O zaman değişen neydi?

Bu tip duyguları hemen herkes ömrünün belli dönemlerinde değişik şekillerde yaşar. Ama çok azımız bunu derinlemesine düşünürüz. Bir filmi en az beş kez seyretme alışkanlığım olduğundan, çoğu kez arkadaşlarım benimle dalga geçerlerdi. Onlara, her izlediğimde yeni bir şeyler gördüğümü söylediğimde, bana şu meşhur "laz fıkralarından" bir kaçını anlatırlardı konuyla ilgili olarak. Ama onlara, değişenin film değil, kendim olduğunu anlatamazdım bir türlü.

Evet, yaşadıkça değişiriz. Öğrenme dediğimiz şey, tamamen değişmeden ibarettir. Herhangi bir şeyle karşılaştığımızda; bir ses duyduğumuzda, bir kelime okuduğumuzda, bir koku aldığımızda, hastalandığımızda, canımız yandığında, değişiriz. Bu değişme sonucu, eskisinden farklı olan bir kişi haline geliriz ve artık "öğrenmiş" oluruz. Bart Kosko'nun deyişiyle; "Değişmeden öğrenemez ve öğrenmeden değişemeyiz".

Peki, nedir değişen? Hayır, elbette burada, esas konum bu olsa da, öğrenmenin beyindeki mekanizmasını açıklamaya girişmeyeceğim. Bunun için çok dar bir yer burası. Fakat gerçekten nedir değişen ve bunu bilmenin bize ne yararı var? Değişen biziz. Her şeyimizle biz. Başta beynimiz değişir. Çünkü şimdiki bilgilerimize göre, çoğunlukla bu organ vasıtasıyla öğreniriz. Ama vücudumuz da değişir. Örneğin savunma hücrelerimiz, bizi hastalandıran mikrobu öğrenir. Derimiz, kendisini kesen bıçağın şeklini öğrenir. Evet tüm bedenimiz değiştikçe öğrenir ve öğrendikçe değişir.

Bu değişme o kadar büyük ölçektedir ki, hayal etmeye kalkmak bile imkansız gibidir. Bacaklarımıza değen pantolonumuzun bizde uyardığı dokunma hissi bile bizi her an değiştirir. Sürekli öğrenir, sürekli değişiriz. Bu değişim hiç durmaz. Zaman aktıkça biz değişiriz. Ama hep aynı kişi olduğumuzu da biliriz ki, bu apayrı bir konu.

Ömrümüzün geçmişteki herhangi bir noktasında bu güne kadar ne miktarda değiştik acaba? Ve şu anda ne durumdayız? Bunları düşünmek, insanı bazı ilginç sonuçlara götürür. Benim bu konuyu irdelemeye çalışmamın nedeni ise, "öğrenmenin" tabiatından toplum olarak haberdar olmadığımızı düşünmemden kaynaklanıyor.

5-6 yaşlarından itibaren okullara gidip bir sürü şeyler öğreniyoruz. Zihnimize yığınla bilgi doluyor. Bu bilgileri alırken hızla değişiyoruz. Fakat "sınıfları geçtikçe" o bilgiler bizden hızla uzaklaşıyor, kayboluyor. Kendimizde oluşan değişimin izleri siliniyor. Eğitim sistemimiz buna yönelik çünkü. Bir kitap okuyoruz ve bir zaman sonra okuduklarımız hafızamızdan siliniyor. Unutuyoruz. Sadece ana fikirler kalıyor aklımızda, eğer yeterince şanslı ve dikkatli isek. Fakat yıllar sonra o kitabı tekrar açtığımızda, lisedeki ders konularımızı bir kez daha okuduğumuzda, o eski filmi seyrettiğimizde, bambaşka şeyler görüyoruz. Çünkü o zamandan beri, başka yönlerde bir çok şeyler öğrenmiş ve değişmişiz. Değişmemek adeta mümkün değil.

Hal böyleyken, sabit fikirlilik de nasıl bir şeydir acaba? Sürekli değişen bir organizma (insan), sürekli değişen bir dünyada ve evrende, nasıl sabit ve değişmez fikirlere sahip olabilir? Bunun doğal bir mekanizması var mı, yoksa sadece insana ait bir "kusur" mu bu?

Bir vahşi hayvan, çevre şartları değiştikçe, şartlara uyum sağlamak zorundadır. Yani değişmek zorundadır, yoksa ölür ve yok olur. Besin azaldıysa, besinin bol olduğu yerlere göçmeli, hızlı kaçan avlara yetişemiyorsa yaşlı ve yavaş avlara yönelmelidir. Havanın durumuna, ayın evrelerine göre değişmeli, tedbir almalıdır. Çünkü çevresiyle uyumlu yaşamak zorundadır. Aksi halde yok olur.

Peki bir hayvan bunun bilincinde midir? Hiç sanmıyorum. Ben bir "insan" olarak, onun davranışlarını gözlemliyor ve neden sonuç ilişkisiyle bazı "çıkarımlar" yaparak buraya yazıyorum. O ise sadece yaşıyor, hesaplamadan, fazla ileriyi düşünmeden. Deneylerin gösterdiğine göre, hayvanlarda öğrenme kabiliyeti sınırlıdır ve öğrendikleri zaman genellikle, öğrendikleri yeniliklere uygun bir davranış değişikliği gösterirler. Farenin bulunduğu labirentte besinin yerini değiştirirseniz, fare ona ulaşmak için yeni stratejiler ve yollar belirler; bir yerde acı çektiğini öğrenirse, bir daha oraya gitmemeye çalışır.

Bunun yanında, çok daha yüksek bir bilinç düzeyine sahip olan insan, diğer hayvanlarda muhtemelen bir benzeri olmayan konuşma ve yazılı iletişimin de katkısıyla hem öğrenerek değişir, hem de bilgilerini yeni nesillere aktarabilir. Yani sadece kendisini ve çevresini değil, geleceği de değiştirir. İnsan ayrıca bunun farkındadır da. Hayvanların muhtemelen yapamadığı bir şekilde, uzak geçmişteki tecrübelerle, uzak gelecek hakkında çıkarımlar, planlar ve uygulamalar yapar. Belki de "bir gün mutlaka öleceğini" bilinçli olarak bilen ve kavrayabilen tek canlı odur. Fakat tüm bu "avantajlara" rağmen, hala sabit fikirlidir ve sadece onda vardır bu özellik de...

"Bir önyargıyı parçalamak, atomu parçalamaktan daha zordur" diyor büyük fizikçi Einstein. Çevre koşullarını kendisine göre değiştirebilen ve en zor koşullar altında bile kendine uygun bir yaşam ortamı oluşturmak üzere çevresini kendisi için düzenleyebilen bir varlık insanoğlu. Kanımca bu yeteneği, onun sabit fikirlere de sahip olmasında en büyük etken. Çevresini değiştirip kendine uydurmakta en başarılı olan canlıdır insan yer yüzünde. Diğer canlılar çoğunlukla çevrelerine uyar ve değişirler. İnsan ise tam tersini yapar. Belki de bunun bir uzantısı olarak, bazılarımız hala fikirlerimizi -yanlış olduğunu düşünmeye başlasak bile- ne pahasına olursa olsun korumaya çalışıyoruz.

Şimdi de biraz güncele dönüp, televizyonlardaki tartışma programlarına bir göz atalım. Bildiğiniz gibi her kafadan bir sesin çıktığı bir çok fikrin savunulduğu platformlardır bunlar. Çözüm bulalım, uzlaşalım, gelişelim, değişelim diye yapıldığı söylenir bu tip programların.

Seyrettiğiniz herhangi bir tartışma programında, taraflardan birisinin veya herhangi bir kişinin, ilk savunmaya başladığı fikri değiştirebildiğine, onun yanlışlığını veya eksikliğini teslim ettiğine şahit oldunuz mu? Kaç kez kendi fikirlerini savunmak adına binlerce safsataya arka arkaya baş vuran ve saldırganlaşan tipleri bunaltıyla karışık bir ilgiyle izlediniz? Kimse kimseyi dinlemez. Herkes kendi argümanını kuvvetlendirmek ve karşıdakini mağlup etmek peşindedir. Sadece öğrenmek için oraya gelen birisini gördünüz mü hiç? Tamam belki gördünüz ama, itiraf edin, sayıları çok çok azdı...

Peki sadece televizyon programları mı? Günlük hayatta da binlerce benzer olayla karşılaşıyoruz. En samimi arkadaşımızla konuşurken bile "haklısın ama..." diye başlayan ve aslında tüm anlam ve önemi "ama"dan önceki kısımda yer alan bileşik cümleleri duyabiliriz bolca. Bunun anlamı şudur: "sen haklısın; dediklerin doğru ve önemli ama, ben bunları anlayamayacak (anlamak istemeyecek) veya uygulayamayacak (uygulamak istemeyecek) kadar fikrime veya yaptığım şeylere bağlıyım (bağımlıyım)"

Bildiklerinin "her şey" olduğunu sanan insanlarla dolu etrafımız. Örneğin falanca şahıs, bulunduğu makam dolayısıyla, alt kademedeki insanları "anlaşılmaları kolay, kısmen cahil, küçük düşünceli, idrak fukarası vb." olarak görebiliyor ve onlara o şekilde muamele edebiliyor. Kendi doğrusuna aykırı bulduğu düşünceyi, elinde yetki varsa, cezalandırma cesaretini kendisinde bulabiliyor. Adeta benliğini tanrılaştırarak, tüm emirlerine kayıtsız şartsız boyun eğiyor.

Dünya tarihi boyunca en büyük sıkıntıları çekenler, "değişim" talebinde bulunanlardır. Bunun yanında, bu "değişim isteğinin" de tabakaları olduğunu da unutmamalıyız kanısındayım. Kendi kendine en basit gerçekleri bile kabul ettirememiş, kendi doğru bildiğini uygulamaktan bile aciz yüzlerce insanın, herhangi bir şeyleri değiştirmek veya yoluna koymak adına ortaya çıktığına, hatta şiddet kullandığına çokça tanık oluyoruz. Bunun altında genellikle değişim isteği değil, belki tam tersine, olagiden değişimi durdurma isteği yatar. Bahsettiğim sıkıntıyı çekenler böyle bir "değişim(?)" isteği peşinde koşanlar değildir elbette. Sıkıntıya girmeye namzet kişi, kendisi değişen ve kendisini sıkan kalıplara artık rahatsızlık vermeye başlayan insandır. Genellikle bu insanlar düşünür, filozof, şair vb. gibi derinliklerde dolaşmayı seven bireylerden çıkarlar nedense. Yoksa hep yüzeyde ve sığlıkta yaşayıp derinlikleri ve incelikleri unuttuğumuzdan dolayı mı bu haldeyiz biz?

Tüm evren devinir ve değişirken, insanların "sabit" kalmak için uğraşması ne kadar komik değil mi? Hem de ölüp gideceğini bilen belki de tek canlı olarak.

Bence öyle...

Sinan Canan
başa dön